Zorlukla ilerlerken, yolunu kaybetmiş ruhların can çekişmelerine bakmamaya çalışıyordu. Vakit kaybedemez, yavaşlayamaz, kimseye yardım edemezdi. Kapüşonunu iyice çekip yüzünü gölgede bıraktı ve adımlarını sıklaştırdı. Bir an önce buradan kurtulmalıydı. Aksi halde sonsuza dek hiçliğin ortasında dolaşıp duracaktı...
Gökyüzü alevlerle dalgalanırken rüzgar, kurumuş dudaklarına kavurucu toz tanelerinden başka hiçbir şey getirmiyordu. Takati kalmamış, umudu kırılmış, çaresiz bir kabulleniş dört bir yanını sarmıştı. Can havliyle son bir adım attı, ardından yüz üstü yere yığıldı. Havalanan toz ve duman boğazını acıtırken düşünceleri de beynini kemiriyordu....
Ne kadar zamandır yürüdüğünü hatırlayamaz olmuştu. Neyi arıyordu, niye yalnızdı, ne zaman yola çıkmıştı? Geçmişe dair tüm anıları silik, donuk ve ulaşılmazdı. Kim olduğunu hatırlamaya çalıştı ama başaramadı. Kilometrelerce uzanan geniş bir yalnızlığa mahkum olmuştu. Direnmeyi bıraktı...
Kan kusa kusa boğulurken korku ve dehşet aynı anda saldırdı. Karşı koyamadı. Ruhu bedenini terk edip uzak diyarlara kaçtı. Bir kemik yığını olarak yüzyıllar boyu olduğu yerde durdu. Üstünü örten tozlara mezar adını koyduysa da ne kimse tarafından arandı, ne de yolunu kaybedip gelen oldu...
Yorumlar
Yorum Gönder