Genzine dolan keskin kokuyla kendine geldi. Başı ikiye
ayrılmak istercesine ağrıyordu. Sarsak adımlarla ilerlerken çevresine bakınmaya
çalıştı. Bulanık görüntüler başını döndürüyordu. Ne zaman yaslandığını bilmediği
duvarın dibine çöküp derin nefesler almaya çalıştı ama göğsündeki hırıltılar
nefesini yarıda kesmesine neden oluyordu. Tedirginlikle ayaklanmaya çalıştı ama
kayıp düştü. Kalkmalıydı. Neden olduğunu bilmiyordu ama kalkmak zorunda
olduğunu hissediyordu.
Kulaklarına ulaşan çığlık yerinden sıçramasına neden oldu.
Duvardan destek alıp ayaklarının üzerinde durmayı başardığında ikinci bir
çığlık daha duydu. Koşmaya başladı ama nereye gittiğinden bihaberdi. Tamamen
içgüdüsel bir şekilde ilerliyordu. Önüne çıkan sedye ve masaların devrilmesi
umurunda değildi. Her köşeyi döndüğünde görüşü daha da bulanıklaşıyor, ayakları
birbirine dolanıyordu ama bir şekilde ayakta kalmayı başarıyordu.
Çığlık sesi yakınlaşmaya başladıkça kulaklarının zonklaması
hızlanmış, başı daha şiddetli bir şekilde dönmeye başlamıştı. Ah, şu lanet
koku! Demirimsi tadını gırtlağında bile hissedebiliyordu. Burnunu tıkamak
istedi ama neredeyse düşecekti. Dengesini sağlamakta zorlanıyordu. Vazgeçti.
İlerlemeye devam etti. Daha kaç köşe dönmesi gerekiyordu? Bilmiyordu am
çığlığın sahibine ulaşmalıydı.
Bir köşeden daha döndüğünde kesilen nefesiyle sırtını duvara
vurdu. Cam çerçeveli duyuru panosunun yere düşüp parçalanmasına aldırmada derin
bir nefes aldı ama boğazına dolan kan tadı diz çökerek kusmasına neden oldu.
Lanet olsun! Çığlık kulaklarını delercesine yükseldi. Duvarın sol tarafındaki
kapıyı hayal meyal seçebildiğinde üstündeki kırmızı harflerin karmaşasını
çözmeye çalışmadı.
Doğrulup kapıya doğru ilerledi. Otomatik kapının şifresinin
ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ama parmaklarını gezdirdiği tuşlar kapının
iki yana açılmasını sağladı. Bu kez şans ondan yanaydı. Açılan kapıdan içeri
adım attığında kusmasına neden olandan çok daha ağır bir koku yüzüne çarptı.
Burnunu kolunun içiyle kapatırken nerede olduğuna bakındı. Yüzleri maskeli
herifler ne yapıyorlardı böyle?
Masanın üzerine yatırılmış olan beden çıplak, mahrem ve
korkunçtu. Karnı baştan başa yarılmış, boğazı parçalanmıştı. Maskeliler
geldiğini fark etmemiş olacaklar ki işlerine devam ediyorlardı. Çığlıklar
susmuş, koku bir anda kaybolmuştu. Titrek bir iki adım attı. Görüşü netleşiyordu.
Kendisine baktığında aynı önlüğün üzerinde ve maskenin de yüzünde olduğunu fark
etti. Ne dediğini anlamadığı biri eline bir demir parçası tutuşturup
uzaklaştığında masanın yanına ulaşmıştı.
Bilinçsizce attığı kesik son zarı da yırttı ve güçlü bir
ağlama sesi kulaklarında uğuldadı. Ellerini parçalanmış etin ve köpürmüş kanın
içerine daldırdı. Kucakladığı bedenin kordonu bağlandı ve koparıldı. Gözlerini
iyice açıp kırmızı vücuda bakakaldı. Kulağına yatağı yumuşaklığında bir ses
fısıldadı.
‘’Götür beni buradan!’’
Yanı başında kendisini izleyen adama dirseğini salladı.
Çenesini kırdığına emindi ama bununla kalmayıp karnına ayağını sapladı.
Kucağındaki bedenden yükselen hayranlık verici gülümsemeyle afalladı ama
solundan yaklaşan bir diğerine masada duran neşteri sapladı. Diğerlerini ne
yaptığına dahi bakmadan kendini dışarı attı.
Kucağındaki bu hareketini alkışladı. Sağa sola bakındı. Solda
karar kıldı, adımlarını o tarafa doğru yolladı ama bedeni sağ tarafa doğru yola
çıkmıştı. Ayaklarıyla ona yetişip peşine takıldı. Karşısına çıkan hiç kimse
ondan gözünü alamadı ama o hiçbirine bakamadı. Gözleri kucağındakinden başka
hiçbir şey görmüyordu. Adımlarını hızlandırdı. Kucağındaki şey gittikçe
ağırlaşıyordu. Ne ara beş yaşına ulaşmıştı?
Acilen buradan çıkmalıydı. Tüm koridorlar birbirinin
aynısıydı. Ufaktan delirmeye başladı. Kucağındaki büyüyordu. Ağırlığını
taşımakta zorlanmaya başlamıştı. Ayaklarının üzerine bırakmaya çalıştı ama
boğazına sarılan elle yapamadı. Baktı. Kucağındaki yirmi yaşındaydı. Cinsel
organı kabarmış, vücudu olgunlukla şahlanmış, gücünün zirvesine ulaşmıştı. Ses
tonu boğuklaşmış, bakışı karanlıklaşmıştı.
‘’Çabuk çıkar beni buradan!’’
Gözlerini önüne çevirdi. Koridorlardan daha süratli bir
şekilde geçmeye başladı. Sırtı kamburlaşmaya başlamıştı. Kucağındaki otuz
yaşındaydı. Gür bıyıkları, güçlü çenesini saran sakallarla birleşiyordu. Daha
hızlı koşmaya başladı. Boğazı yanarcasına, ayakları koparcasına hızlandı.
Kucağındaki kırk beşini çoktan aşmıştı. Artık yüzüne bakmaya dayanamıyordu.
Buradan çıkmalıydı. Çığlık atmaya, kafasını her köşe başına vura vura
çıldırmaya başladı. Kucağındaki altmış yaşına basmıştı.
‘’Yalvarırım, kurtar beni buradan!’’
Hastalıklı, ilaç kokulu ses tonu daha da çıldırmasına neden
oldu. Kendini yerlere atmaya, debelenmeye yuvarlanmaya başladı. İlerideki
kapının ardında ışık olması artık anlamsızdı. Yetmiş yaşından kanlar içinde
yığılmıştı. Ellerini göğsüne saplayıp, çığlık çığlığa kalbini çıkardı. Artık
bir ölüydü ama yaşıyordu. Soluk borusunu koparıp attı, boğazına dolan demirimsi
kokunun tadını doyasıya çıkardı. Çığlıkları duvarların arasına yankılanıp yeni
kurbanlarına doğru yol aldı. Bir ölünün sertliğine karışmış ve iğrençliğine
bulanmış sesi duydu.
‘’Sana minnettarım…’’
Genç adam, ani bir irkilmeyle gözlerini açtı. Uyuşmuş
kaslarını esnetip, gözlerini ovuşturdu. Nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sol
tarafında, kırmızı harflerle DOĞUMHANE GİRİLMEZ yazan otomatik kapıyı görünce
yerinden sıçradı. Kulağına dolan çığlık, genzine dolan koku ve boğazında hissettiği demirimsi
kokuyla bakışları karardı. Bilinçsiz bir şekilde yere yuvarlandı…
Yorumlar
Yorum Gönder